Gürcistan’da Monofizit inancının yayılımının önkoşulları. Ermeni feodal ve kilise sınıfı, devlet sahibi olmadıkları şartlar artında, tüm enerjilerini ticarete yönlendirdi.
Gürcistan’da Monofizit inancının yayılımının önkoşulları
Ermeni feodal ve kilise sınıfı, devlet sahibi olmadıkları şartlar artında, tüm enerjilerini ticarete yönlendirdi. Dünyanın farklı bölgelerinde büyük Ermeni ticari birliklerinin ve yerleşim alanlarının kurulması bunun doğrudan sonucu idi. Bu sayede doğu ve batı arasındaki ticari ilişkinin kontrolü uzun süre boyunca esasen Ermenilerin eline geçmiş oldu [1]. Aynı zamanda bölgede Rusya, Osmanlı ve İran çıkarları birbiri ile çatışmış olup bu nedenle Yunan ve Rus inancı olan Ortodoksluk, o zaman Asya ile Avrupa arasındaki ticaretin tüm düğüm noktalarını yöneten Osmanlı ve İran’a karşı büyük uyuşmazlık getiriyordu. Bu nedenle İslam ülkeleri için Ermeni monofizit inancı çok daha tahammül edilebilir görünüyordu. Ermenilerin devleti olmadığından dolayı, İmparatorluklar aynı zamanda ticarette eğitimli Ermeni halkını koruyarak bundan faydalanıyorlar, kendi ülkeleri için servet oluşturuyorlardı. Dolayısıyla İran ve Osmanlı İmparatorlukları özellikle Ortodoksluğa öfkeyle saldırıyordu.
Bizans İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Yunan kilisesi bölgede etkinliğini henüz sürdürüyordu, bu nedenle de bu etkiyi zayıflatmak için II. Mehmed (Fatih Sultan Mehmet) çare olarak Yunan Patrikliği yanında, Yunanlılarla eşit haklarla donatılacak ikinci bir Hıristiyan Patrikliği – Ermeni Patrikliği kurdu. Sultan Ermenileri kendi çıkarlarının sadık koruyucuları olarak kabul etti [2][3], belirtilen plan çabuk gerçekleşti ve devlete sahip olmadıkları şartlarda Ermeni halkı kısa süre sonra aniden iki patrikliğe (Eçmiyazin ve İstanbul) ve iki katolikosluğa (Sis ve Ahtamar) sahip oldu, İstanbul Patrikliğine bağlı 49 patriklik bölgesi (eparkia) vardı [4].
Ermenilerin büyük kısmını İran’a göç ettiririp Ermenistan’a Türkmen kabilelerini yerleştirdikten sonra, İran da Ermeni faktörünü kullanmada Osmanlılardan geri kalmadı, İran Şahı Eçmiyazin’e merhametli bir bakış açısı gösterdi. 1629 yılında Şah Sefa’nın fermanı ile Eçmiyazin’in ödediği vergi “Muhati” kaldırıldı. 1638 yılında yayınlanan fermanla İranlı resmi yetkililerin Eçmiyazin’in içişlerine karışması yasaklandı. Ermeni Patrikliği-Katolikosluğu manastırları 1650 yılında Simon Erevanci belgesi ile “muaf” kategorisine dâhil oldu, bu da onların kendi mülklerine sahip olduğu, hiçbir vergiye tabi olmadıkları anlamına geliyordu. Gürcü kilisesi yok olma sınırına gelmiş ve Gürcü katolikos Domenti İstanbul’da hapiste iken, Ermeni Katolikos Astvatsatur Amadneli’nin talebi ile Eçmiyazin, Şokagat, Ripsime ve başka Ermeni Manastırları her türlü vergiden muaf olmuştu. Erivanlı tüccarlar kontrole tabi olmadan işyeri açma hakkına da sahip oldular [5].
Ermenilerin büyük sürgün (mets surgun) dedikleri göç sırasında Şah I. Abbas’ın 1604-1605 yıllarında zengin Ermeni tüccarları Cuğa’dan, Tebriz’den, Erivan’dan ve başka şehirlerden İran’ın başkenti İsfahan’a göç ettirdiği, onların İsfahan’ın kenar mahallesi Nor Cuğa’yı (yani yeni Cuğa) kurdukları ve buranın kısa süre sonra Ermeni ticari sermayesinin en önemli merkezine dönüştüğü biliniyor [6]. Arakel Davrizhetsi İran Şahının Ermeni tüccarlara nasıl tatlı sözler ettiğini yazıyor, Şah onlara gidip misafir oluyor, onlarla yiyor içiyor, kendisi de onları davet ediyordu, vergilerini hafifletiyor, Müslümanlara onları ezdirmiyor, onları her şekilde destekliyordu ve dini özgürlük de verdi [7]. Nadir Şah ise Gürcü kiliselerini tahrib edip Alaverdi’yi de içindeki halka birlikte yerle bir ederken aynı şah Eçmiyazin’e giderek bizzat ayine katılmış, 300 Tümen bağışlamış, aynı zamanda manastır için olduğu gibi Katolikos Abram Kretatsi için bağış (vakıf) belgesi vermiş ve topraklarının onlara ait olduğunu da onaylamış [8]. Ermeni Katolikosluk merkezi olan ve haddi hesabı olmayan ekilir araziye ve üzüm bağlarına sahip olan Eçmiyazin Katedrali zenginliği ile özellikle öne çıkıyodu, sadece Ermenistan topraklarında değil Gürcistan’da ve Güney Kafkasya’nın başka yerlerinde Ermeni kiliselerine ait kervansaraylar, evler, dükkânlar-atölyeler, su kanalları, değirmenler ve başka tarımsal üniteler vardı. Simon Erevanci’nin verdiği bilgiye göre uluslararası ticaret ile sıkı ilişki içerisinde olan Ermeni kilisesi her türlü vergiden muaftı [9]. Belirtilen faktörler Ermeni kilisesinin yükselişininin şartlarını oluşturuyordu. Eçmiyazin büyük bir sermayeye sahip feodal idi, İran ve Osmanlı savaşlarında ve başka ihtiyaçlar durumunda, başka büyük tüccarlarla birlikte nakit itiyacını karşılayan merkezlerden biri sayılıyordu, Eçmiyazin paranın bir kısmını esir düşen Ermenileri satın alıp kurtarmak için harcıyor, örneğin Nadir Şah Kartli’yi tamamen tahrip edip İran’a sürmek için Gürcü halkı topladığında Ermeni kilisesi temsilcierinin onun önüne geldiği ve 300 Ermeni aileyi parasını vererek aldıkları biliniyor [10]. Kısmen bir feodal devlet ünitesi olan Ermeni kilisesi kendi yapısı ve kuralları ile devlet düzeyinde organize olmuştu ve Ermeni devletinin olmadığı şartlarda onun fonksiyonunu yerine getiriyor [11] ve otoritesi sürekli büyüyordu.
Büyük feodallerin ve din adamlarının büyük tüccarlarla yakın ekonomik ilişkileri Transkafkasya’nın doğusundaki şehir yaşamının belirleyicisi olan olaylardan kabul edilmelidir, bu feodaller büyük tüccarlar aracılığıyla dünya transit ticaretine aktif olarak katılıyorlar yani büyük tüccarlar şehirde yerleşik feodallerin karşılığı rolünü yerine getiriyordu [12]. Büyük tüccarlar doğu Transkafkasya şehirleri halklarının ekonomik olarak güçlü tabakasını, şehir aristokrasisini şekillendiriyor, şehirde yaşayan geniş çaplı feodal kesim ve dini tabaka ise tüccar sınıf ile yakınlaşıyordu. Dolayısıyla bu, geniş çaplı feodallerin ve büyük tüccarların çıkarlarının eşleşmesine sebep oluyordu [13].
Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasında 1639 yılında yapılan ateşkes antlaşması Transkafkasya Bölgesinde bitmek bilmeyen savaşlara son verdi ve yakındoğuda neredeyse 90 yıl boyunca barış içinde yaşanmasını sağladı [14]. Bir taraftan İran-Osmanlı ateşkes antlaşması, diğer yandan da Volga-Astrahan suyolunun duraklaması bölgede ekonomik ilerleme için elverişli gelişmeler meydana getirdi. Şehrin zanaatkâr üretimi ve alışveriş önemli ölçüde büyüyordu. Tiflis dâhil Doğu Transkafkasya’nın büyük ticaret merkezleri yoğun dış ticaret üretiyorlar, o şehirlerin ekonomik önemini el sanatları üretimi ve ticaretin büyümesi belirliyordu. Tiflisli büyük tüccarlar uluslararası ticaretin büyük merkezleri olan İzmir, Halep, Şam v.b. şehirlerle yakın ilişki kuruyorlardı. Ticaret kervanları kesintisiz biçimde Tiflis’e akıyor [15], uluslararası ticaretin içinde olan Kartli-Kakhetili tüccar-zanaatkârları arasında, pazara girebilmenin neredeyse tek yolu olan Ermeni Grigoryan olma zorunluluğu hissi gün geçtikçe büyüyordu. XVI-XVIII. Yüzyıllarda Halep tüm yakın doğu pazarının merkezi idi. Halep ve Trablus’da Ermeni yerleşimleri ortaya çıktı, Ermeni tüccarlar Venedikli, İngiliz ve başka Avrupa ülkelerinin tüccarları ile büyük rekabet içindeydi. Kısa süre sonra “Hoca” adı ile bilinen Culfalı tüccarlar ortaya çıktı ve XVI. Yüzyıldan itibaren Levant bölgesi (Doğu Akdeniz-ortadoğu) ticaretine aktif katılımları ile onların “altın çağı” başladı. Aynı şekilde, yaşadıkları Şam’da Ermeni tüccarların önemli kesimi bulunuyordu [16], onların Venedik ve başka Avrupa ülkeleri ile ilişkileri vardı. Büyük ticaret kervanlarının güzergâhı üzerinde bulunan ve Ermeni ticari sermayesinin buluştuğu en önemli noktalar olan Ermeni şehirleri Cuğa (Culfa) ve Akulis (Daşti) farklı ürünlerin ticaretinde büyük rol oynuyordu [17]. Belirtilen ticaret yolu yakınında (veya üzerinde) bulunan Doğu Gürcistan şehirleri bu sürece katılmıştı ve dolayısıyla Ermeni inancının, yani bu ticaretin yöneticisi olan İmparatorluklarda zulüm görmeyen, tam tersine ayrıcalıklı olan Ermeni dininin yayılması için sağlam zemin oluşmuştu.
Gürcistan’da Monofizitliğin yayılması
Belitilmiş olduğu gibi, Rusya ve Yunan dini olan Ortodoksluk inancı iki güçlü Müslüman İmparatorluğun rekabet ve çatışma alanı olan Gürcistan’da her açıdan baskı altına alınmıştı, onlar için daha az tehlike oluşturan “zararsız” Monofizit inancı nispeten daha kabul edilebilir idi.
Şehirde yaşayanları tüccar-zanaatkârlar teşkil ediyor, doğal olarak da ticarette Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın imkân verdiği Ermenilerin avantajları nedeni ile Gürcü şehirlerinin dükkân-işyerleri esas olarak monofizit kilise ile ilişki içinde idi, çünkü ana pazara (esasen Ermenilerin kontrolünde idi) sadece bu yolla girebilirlerdi. Bu nedenle bu birliklere girmek ve bu temelde belli avantajlar elde etmek sadece Ermeni dini inancına girmekle mümkün oluyordu. Bu nedenle anlaşılıyor ki İran ve Osmanlı ile ilişkili Gürcü tüccarların Ermeni dini inancını kabul etmek birçok açıdan, herşeyden önce ise ekonomik çıkarlarından dolayı işlerine geliyor, bu din onların uluslararası alanda ticari faaliyetlerini kolaylaştırıyordu. Şu da dikkat çekicidir ki Gürcü kaynaklarında “Ermeni” tüccarla eşanlamlı olarak kullanılıyor, XVII-XVIII Yüzyıllardan itibaren Gürcü gerçekliğinde bu terimin belirgin biçimde anlamı genişliyor ve sosyal içerikle doluyor. Daha da fazlası, bu zamandan itibaren “Ermeni” öncelikli olarak sosyal içerikli bir terim olup bu nedenle o tüm sosyal tabakayı tanımlamak için kullanılır, bazen de neredeyse tüm şehir halkını kapsar [18]. İran ve Osmanlı İmparatorluklarında Monofizit inancına kıymet vermek için özel etkinlikler yapılmış, örneğin Şah Abbas başından beri Ortodoksluğa düşmanca yaklaşım gösterirken ya Müslümanlaştırmak veya Grigoryan Ermeni inancını kabul ettirmek için çabalıyor, İran’ın ekonomik ve siyasi çıkarları dolayısıyla Şah doğu geleneklerine sahip Ermeni kilisesini koruyordu. Bu nedenle de İranlılar Kartli-Kakheti’yi tahrip ettikten sonra İran’a sürülen Gürcüler sadece Ermenileşerek Hıristiyanlıklarını koruyabilirlerdi [19]. Türkler de doğudaki rakiplerinden aşağı kalmadılar, onlar Türkiye topraklarında yaşayan Hıristiyanları iki ana gruba böldüler, Gürcüleri de Ermeni Patrikliğinin hâkimiyetine verdiler [20]. Gürcü episkoposluklarının tamamen yok edildiği Tao ve Erzurum’un Gürcü halkı kademeli olarak Grigoryan inancına giriyorlar [21]. XVIII. Yüzyılın ortalarında Mesheti’de sadece bir Gürcü piskopos kalmıştı, o da baskılar nedeni ile Katoliklere katılmak zorunda kaldı, Kartli-Kakheti’de ise XVIII. Yüzyılın sonunda toplamda on adet piskoposluk kalmıştı. Tüm bunlar çerçevesinde, Gürcistan’ın Ortodoks katolikosu Evdemoz Diasamidze’yi İranlı yönetici kalenin duvarlarından aşağı attırırken, yine katolikos Domenti İstanbul’da hapiste mahkûm iken [23], İmparatorluk tarafından değer verilen, imkân sağlanan ve cemaati de korunan Ermeni kilisesinin otoritesinin ne kadar büyük olacağı açıkça görülüyor. Tabii ki tüm bunlar Gürcistan (özellikle Kartli-Kakheti ve Samtskhe (Mesheti)) halkında Monofizitliğe yönelik olumlu duygular uyandırıyordu.
Kartli’de tüccar kesimin güç kazanması Rostom Han döneminde pik yapmış olup, Kvemo Kartli’de bulunan anıtlar bu dönemde Monofizitliğin yayılarak güçlenmesini anlamamızı sağlıyor, onların incelenmesi araştırmacıları bu anıtların önemli kısmının XVII. Yüzyılda gerçekten Rostom Han iktidarı döneminde yapıldığı sonucuna götürdü. Aynı zamanda Kvemo Kartli’deki Monofizit kiliselerde korunmuş olan Gürcü yazıları veya mimari formlar araştırmacılara onların gerçekte Gürcü Monofizitler tarafından yapıldığını veya dönüştürülmüş yerel Ortodoks kiliseleri olduklarını düşündürüyor [24].
XVII. Yüzyılın 30’lu yıllarında Tiflis’de Rostom Han’ın yaptığı özel toplantıda konuşan seçkin Gürcü siyasetçi Nikoloz Çolokaşvili (Nikofore İrbakhi) Katolikleri korumak için şunu ifade ediyor:
“kendi gözlerimizle hergün görüyoruz ki çok sayıda Gürcü Ermenileşiyor, Muhammed’in dinini kabul edenlerin sayısı ise daha da artıyor, bu yüzden de kim Franklaşmak istiyorsa ne engel olacak (Prangebi-Franklar yani Fransızlar terimi Katolik meshebine giren Gürcüler için kullanılan terimdir-Çevirmen notu) [25]”.
Grigoryan inancına geçişin ne ölçülere ulaştığı bu kadar açıkça görülüyor.
XVIII. Yüzyılda tüccar sosyal kesimi aynı şekilde büyük etkisini koruyordu, bu sürece II. Erekle’nin (Kartl-Kakheti Kralı) kendisi de imkân veriyordu ve bu yüzden Gürcistan’daki geleneksel dini hoşgörü şartlarına uygun olarak Monofizit kilisenin propaganda zemini bulunuyordu [26], tüm bunlar ise öyle bir seviyeye ulaştı ki Ermeni katolikos Lazare, Gürcistan katolikosu Anton’un kendisine Grigoryan inancına girmesini teklif etti. I. Anton’un ünlü eseri “Mzametkueleba’nın” Grigoryan propagandasını nötrleştirmek için oluşturulduğu düşünülüyor olup bu eser uzun süre önemini kaybetmemiş ve XIX. Yüzyılda Rusya İmparatorunun talimatı ile de yayınlanmıştır [27]. Ermenilerin (Monofizitlerin) Ortodoksları kendi inançlarına geçirmelerinin yasaklandığını Davit Batonişvili kendi eseri "Обозрение Грузии по части прав и законоведения (Gürcistan’da Haklar ve Hukukun İncelenmesi)" nde özel olarak yazmak zorunda kalmıştır [28].
Grigoryana dönüştürmenin başka yolları da vardı, geniş topraklara sahip olan Eçmiyazin’den aynı zamanda büyük tüccarlar toprak satın alıyor ve bu toprakları üzerindeki köylülerle birlikte yönetiyorlar, Monofizit inancına sahip kişilere tabi olan köylüler ve zanaatkârlar da kademeli olarak Monofizit inancına geçiyorlardı. Yine Mikheil Tamaraşvili’nin Vatikan arşivlerine dayanarak ifade ettiği görüşüne göre Ermeniler tarafından köylerin sözde üzerindeki köylü ve toprakla birlikte satın alınmasından sonra oralarda yaşayan Gürcülerin bir kısmı Ermeni inancına geçiyordu. “Samartali Batonişvili Davitisa” isimli esere göre de “bu toprakları satın almak isteyenlerin Ortodoks köylüleri çalıştırma izni yoktu, Ermeni inancından olanları çalıştırabilirlerdi” [29]. Tiflisli tüccarlar tarafından Ortodoks köylülerin satın alınması oldukça yaygındı. Geçtiğimiz yüzyılda Zakaria Çiçinadze’nin yazdığına göre: “Gürcistan’da güleryüzlü Ermeni din adamları ve diğer Ermeniler tarafından iş öyle kurulmuştu ki çok sayıda Gürcü Grigoryan inancına katılıyordu”, onun söylediğine göre Ermeni rahipleri “köyden köye geziyorlar, uzaklarda ve erişilmez Gürcü köylerine gidiyorlar ve orada Gürcü gençleri Ermeni olarak vaftiz ediyorlar” [30].
Gürcü Grigoryanların faaliyetleri ve onlar hakkında mevcut çeşitli bilgiler
Gürcü Monofizitlerin (Grigoryanlar) başından beri aktif olarak hem ticaret hem de siyasetin içinde idiler, onları ülke yaşamının farklı alanlarında görüyoruz. Monofizit inancı ile arkaları güçlenenler etnik Ermeni tüccarlarla denk oluyorlardı. Onlar, dönemin siyasi gelişmelerinin Ermeni Grigoryan kilisesine verdiği tüm ayrıcalıklardan sonuna kadar yararlanıyordu. Grigoryan inancından olan kişiler aynı şekilde krallık ailesi çevresinde de çok sayıda vardı.
1590 yılında Eski Cuğa’dan (Culfa) geçen İngiliz tüccar ve seyyah Cartwright’in bildirdiğine göre bu şehirde ipek ticareti ile uğraşan Ermeniler ve Gürcüler yaşıyordu [31].
İran’da Gürcülerin ticareti hakkında ünlü Yunan seyyah, coğrafyacı ve tarihçisi Adam Olearius (Olsleger) tarafından dikkat çekici bilgiler veriliyor, o başka ulusların tüccarları ile birlikte İsfahan’da yaşayan Gürcü tüccarları da anmaktadır. Paris’de Olearius’un eserini tercüme etmiş olan Abraam Vikfor tercüme eserine kendi elinde mevcut bilgileri ekliyor, onun ifadesine göre;
“İsfahan’ın dış mahallesi Hasanabad Curci yani Gürcülerin (des Georgiens) sürekli yerleşim alanıdır, onlar Hıristiyandırlar, tüccarlar ve hepsi zengin, tıpkı Ermeniler gibi… Onlar seyahat etmeyi çok seviyorlar, özellikle Hindistan ve Avrupa’ya ve o tüccarların pek çoğunu Venedik’de, Hollanda’da ve başka yerlerde görüyoruz ve oralarda onlara Ermeni diyorlar, oysa onlar bu halktandır (yani Gürcü)”
Burada Abraam Vikfor’un verdiği bilgiye göre Gürcüler sadece İsfahan şehrinde değil, başkentin kendisinde, Ermenilerle birlikte Mehdi Camisinin arkasında yaşıyorlar [32].
Arakel Davirizhetsi’nin yazdığına göre Kartli’den boşaltılan halkı Ferehabad yerine İsfahan’a götürdüler ve yerleşmeleri için artık Ermeniler tarafından tutulmuş olan dış mahalleyi verdiler. Köylere yerleşen Gürcüler tarımla uğraşan köylüler iken yine şehirlere yerleşenlerin ise tüccar ve zanaatkâr olmaları düşündürücüdür. Gürcü tüccarların Tebriz’de bulunduklarını belirten Tavernie’nin verdiği bilgiye göre “Gürcülerin hobileri seyahat etmektir, çok seyahat ediyorlar ve onlar büyük tüccarlardır[33]".
Gürcü tüccarlar İran-Gürcistan arasında sadece gidip gelmekle kalmıyor, İran’da yıl boyunca hatta onlarca yıl yaşıyorlar, gerçekten de İsfahan’da bir mahallede bugüne kadar ulaşan mezar taşları bunu anlatıyor. Mezarlar İsfahan’ın Culfa Nerse, Minasi ve Sarkis Ermeni kiliselerinin bahçelerinde mevcut olup taşlarında Gürcüce ve Gürcüce-Ermenice yazılar günümüze kadar korunmuştur, taşlar defnedilen kişilerin dini aidiyetlerini işaret ediyor olmalı ve Olearius’un bilgilerini tam olarak onaylamaktadır [34].
Gürcü dilinde oluşturulmuş ve imzaları da Ermenice-Gürcüce olan günümüze ulaşan farklı nitelikteki ticari belgeler, defterler, yazılar v.b. var, doğal olarak Gürcü Monofizitlerin konuşma dili baştan Gürcüce idi. Daha sonra dini inançları veya başka sebeplerle Gürcü Monofizitlerde masif asimilasyon sürecinin ilerlediği doğrudur, ancak belirtilen dökümanlar ve başka bilgiler onların belirli bir etaba kadar yine de Gürcü kimliği taşıdıklarını anlatıyor.
Türkiye’deki Gürcü Monofizitlere gelince, onlar hakkında konuşan Alman bilim adamı ve seyyahı Karl Koch’un gözlemlerine göre:
“Lazistan’da ve Çoruh çevrelerinde yaşayanlar Türkiye’nin başka bölgeleri halkına nazaran daha varlıklılar ve ticaretlerini de iyi şekilde oluşturmuşlar… Ticari faaliyetleri sıradan Gürcüler şekillendiriyor. Onlar Ermeni bölücü dinine girmiş Gürcülerdir ve bu yüzden onlara Ermeni deniyor. Onlar esas olarak Artvin’de yaşıyorlar”.
Böylece Koch tamamen doğru şekilde, dini açıdan “Ermeni” olmanın etnik olarak “Ermeni” olmak anlamına gelmediğini ifade ediyor, belirtilen konuya o ilgi göstermiş olup tanıdığı böyle bir Gürcüden büyük bir sevinçle bahsediyor ve diyor ki: “Gürcülüğüne sonuna kadar inkâr edemeyen Ermenileşmiş bir Gürcü tanıdık [35]..."
Gürcü Monofizitler hakkında başka ilginç veriler de var örneğin, kendi biyografisinde Gürcistan’ı gezen ünlü Ermeni yazar Artem Ararateli, birçok defa kalp sızısını dile getiriyor ve “buralı Ermenilerin çoğu Ermeniceyi iyi bilmiyor ve Gürcüce konuşuyorlar” diyor ve başka bir yerde “bu yerleri gezmek çok daha zor idi, Ermeniler Ermenice bilmiyorlar ve Gürcüce konuşuyorlardı” [36] diyor, XIX. Yüzyılın 20’li yıllarında Gürcistan ve Ermenistan’ı gezen Venedik Mkhitar manastırı üyesi Minas Vardapet Bıjışkyan aynı şeyi onaylamaktadır, onun ifadesine göre de “Gürcistan’da yaşayan Ermeniler Ermenice bilmiyorlardı ve Gürcüce konuşuyorlar” [37], doğal olarak “Gürcistan Ermenilerinin” o kesiminin etnik kökeni Gürcü olduğundan Ermenice bilmezler veya çok az bilirlerdi, onların etnik Ermeniler tarafından asimile edilme süreci henüz başlamamıştı.
Gürcü Monofizitler konusunun daha iyi anlaşılması için Gürcistan Elyazmaları Enstitüsü ve Ermenistan Matenadaran Enstitüsünde muhafaza edilen Gürcü alfabesi ile yapılmış Ermeni edebiyat derlemeleri, bazı Ermenice dualar-ki doğrudan Gürcüceye tercüme ediliyordu- büyük önemi var, böyle bir derlemenin dipnotunda Giorgi Goreli diyor ki:
“Ermenistan kilisesine bağlı Ermenice bilmeyen çocuklar için Gori’li Gevorg Ugirsi Vartepet tarafından Ermeniceden Gürcüceye tercüme edilmiştir [38].”
Yani derleme Ermeni çocuklar için değil “Ermenistan kilisesinin çocukları” yani onlara göre Ermeni kilisesine tabi olan ve Ermenice bilmeyenler için tercüme edilmişti.
XVIII. Yüzyıla ait ve Rusya’nın düzensiz birliklerine kayıt olan askerlerle ilgili olan ve ilgili kişilere sorularak doldurulan tam formlar olan resmi Rus belgelerinin Gürcü Grigoryanların kimlik algılarının anlaşılmasında büyük önemi var, örneğin şunu okuyoruz: "Захар храблев грузинской нации, из дворян, армянского закона (Zakhaz Khrablev: Gürcü ailenin oğlu kanunen Ermeni" veya "Пападар Саркизов, грузинской нации, купецкой сын, армянского закона (Papadar Sarkizov: Gürcü, tüccarın oğlu, kanunen Ermeni) [39]..." v.b. bu resmi belgelerde Gürcü monofizitleri tanımlamak için "Грузинский Армянин (Gürcü Ermeni)" terimi kullanılmıştır ve bu belgeler açıkça etnik aidiyet ve inanç unsurunu ayrı olarak değerlendiriyor ve aynı zamanda bu kişilerin kendi köklerine olan ilgisini açıkça gösteriyor. Şu durumun da ifade edilmesi gerekir ki bu belgelerde anılan kişiler üstleri tarafından oluşturulan dilekçelere ve açıklamalara her zaman Gürcüce imza atıyorlardı [40].
Gürcü Grigoryanların yerleşim alanı ve soyadları
Ermeni kilisesenin dış ticarette ayrıcalık elde etmenin kaynağı olması, özellikle tüccar-zanaatkârlar için çekici olmasından dolayı, Gürcü Monofizitler esasen şehirlerde yoğunlaşmışlardı, geçtiğimiz yüzyılın başlarında Zakaria Çiçinadze’nin ifadesine göre: “tüm Kartli’de Ermeni kökenliler sadece Gori’de, Akhalgori’de, Duşeti’de, Akhalkalaki’de ve birkaç köyde de az sayıda yaşıyor, bunun dışındaki yerlerde yaşayanlar zaman içerisinde gelişmelerin yardımı ile Ermenileşmiş etnik Gürcülerdir... Bu şekilde Ermenileşmiş olanların sayısı Tiflis’de çok fazladır, bu şehirde yaşayan Ermenilerin neredeyse yarısı böyle Gürcülerden oluşur”[41].
Aynı yazarın bildirdiğine göre: “Kakheti’de: “bugüne kadar Ermenilerin yaşadığı yerlerdeki tüm Ermeniler köken olarak Gürcüdürler. Onların kimliği Gürcüdür, anadilleri de Gürcücedir, onlar zaman içerisindeki gelişmelerle ve Ermeni din adamlarının çabalarıyla Grigoryan inancına geçirilmiş ve bu şekilde Ermenileşmişlerdir” “[42].
Şehirden aşağı kalmayacak miktarda köylerde yaşayan Gürcüler de Monofizit inancına giriyordu. Bunun sebebi yukarıda açıklandığı gibi Gürcü Ortodoks kilisesinin baskı altında ve gerileme sürecinde olması ve Ermeni kilisesinin otoritesinin sürekli büyümesi idi.
Vatikan arşivlerine dayanarak Mikheil Tamaraşvili şunu belirtiyor: “Şuna inanmak için yeterince dayanağımız var ki “onların tamamını Gürcü kabul edelim çünkü sadece Ermeni dini inançları var fakat ahlak ve görenek olarak Ermeni değiller” [43], böyle Gürcüler hakkında yine Vakhuşti Batonişvili yazıyor, Kvemo Kartli için Vakhuşti şunu belirtiyordu: “burada yaşayanlar dini inanç olarak Ermeni olup az sayıda Gürcü dini inancına sahip olanlar yaşıyor, Ermeni dininden olanlar davranış ve ahlak olarak daha çok Gürcüdürler” [44], doğal olarak “dini inanç olarak Ermeni” davranış-ahlaki olarak Gürcü tanımı Monofizit inancına girmiş Gürcüleri ifade ediyordu.
Gürcülerin Grigoryan inancına geçmesinden Gürcü Ortodokslar her zaman acı duyuyorlardı. XVIII. Yüzyılın son çeyreğindeki bir başvuru buna örnek olarak gösterilebilir; rahip Comardidze Davit Batonişvili’ye hitaben, yetim kalmış bir çocuğu babasının Ermeni dadıya büyütmesi için verdiğini, bakıcının ise onu “Ermenileştirdiğini” yani Monofizit inancına dönüştürdüğünü söylüyor, rahip şimdi Davit Batonişvili’den onun “Gürcüleştirilmesi” (Ortodokslaştırılması) için yardım etmesini talep ediyor[45].
1806 yılında perakende tüccarı İakob Canauşvili kendini tanıtırken “inanç olarak Ermeni” ifadesini vurguluyor: “Benim soyadım Canuaşvili. Babamın adı Teimuraz ve benim adım da İakob. 30 yaşındayım. Dini inanç olarak Ermeniyim ve Kheltumani Köyünde yaşıyorum [46]..."
Gürcistan’da Monofizitliğin yayılması ve bunun sonucunda meydana gelen durum ve asimilasyon süreci (dilin kaybolması) Gürcü Monofizit Alaverdov’un (Alaverdişvili) şu sözlerinde gayet iyi görülüyor:
“Biz Gürcistan Ermenileri sadece dini inanç olarak Ermeniyiz, yoksa ulus olarak Gürcüyüz… Ermeni birimlerinde Gürcüce yasaklanmıştır. Orada kimseye dil öğretmiyorlar, bana da öğretmiyorlardı, Gürcüceyi ben kendi çalışmamla ve gayretimle öğrendim, bu yüzden arkadaşlarım bana “Vrats” diye hitap ediyorlar [47]...“ (Ermeni dilinde Vrats kelimesi Gürcü anlamına gelir-Çevirmen notu)
Gürcü Grigoryanlar arasında yayılmış olan soyadları yeterince çok renkli idi, onlardan çoğu tamamen Ermeni formunda korunmuş olup bu da Zakaria Çiçinadze’nin belirttiği gibi anlaşılır bir durumdu;
“Gürcüler arasında Ermeni dinini yaydıkları Kartli’de, onlar arasında, tabii ki erkek çocukları vaftiz ettikleri sırada Gürcü ailelerine Ermeni erkek ve kadın isimlerini sokup Ermeni isimleri veriyorlar ve bunun dışında bazıları soyadını da değiştiriyordu. Tüm bunlar onların dininin kuralı idi [48].“
Gürcü soyadlarının değişimi süreci ile ilgili M. Kekelidze şu ifadeleri kullanıyor; bir zamanlar Gürcü olan İvane’nin oğlu Martia İakobaşvili Grigoryan inancına girdikten sonra İohannes oğlu Martios Akopian’a dönüştü, onun dediğine göre Tiflis’de Corcadze caddesinde sahaf dükkânı sahibi “Gorgadzian” idi ve atalarının soyadlarını Gorgadze’den Gorgadzian’a dönüştürdüğü o yol bu kişinin soyadına iyi yansımıştır[49].
Gürcü Monofizitler arasında yayılan soyadları yeterince çok renklidir, onlardan bazılarının hala Gürcü formu korunmuştu: Alkhazişvili (Alkhazov), Avalaşvili (Avalov), Abuladze (Abolov), Saakaşvili (Saakov ve Saakian), Basilaşvili (Basilov), Khizanişvili (Khizanov), Pançuladze (Pançulian), Zurabişvili, Mirianişvili, Lomidze, Şaburişvili, Gozalişvili, Çipaşvili, Saparaşvili, Khimşiaşvili, Narimanaşvili, Ğaribaşvili (Ğaribov), Sandadze (Sandoian), Ağniaşvili (Ağnian), Maminaşvili (Maminov), Loladze, Kokhtaşvili, Turiaşvili (Turian), Khutsişvili, Gomelauri, Lazişvili (Lazian), Açareli (Açarian), Gorgadze (Gorgian), Durglişvili, Dalakişvili v.b. [50]
Maalesef Gürcü Ortodokslar arasında kademeli olarak, Gürcü Monofizitlerin Ermeni olduğu düşüncesi yerleşiyor, Zakaria’nın geçerli görüşüne göre “bu çevre bizim içimizde öyle bilinçsizce ilerliyordu ki, ceset durumundaki Gürcü bilinci de bunu gözlemlemiyor, Gürcü tarih yazarları da, Platon İoseliani’nin kendisi de böyle olan tüm Gürcülere dini inançlarından dolayı Ermeni diyordu” [51].
Belirtilen bu faktör yüzyıllar boyunca kesintisiz biçimde süren Gürcü Monofizitlerin asimilasyon sürecinin ana sebeplerinden biri haline dönüştü.
XX. Yüzyılım başlangıcından itibaren Gürcistan’da gelişen etnik veya başka sosyal süreçler Gürcü Grigoryanlara da etki etti, onların bir kısmı Ermeni halkı içinde asimile olurken yine bir kısmı Ortodoks inancına döndü.
Dipnotlar
https://ka.wikipedia.org/wiki/ქართველი_მონოფიზიტები
Gürcüceden çeviren: Erdoğan Şenol (ერეკლე დავითაძე)